ANDIRIN YAYLALARINDA DERTLİ GEZEN BİR ÂŞIK
İlerleyen yıllarda Türk Sineması’na damgasını vuracak olan Yılmaz Güney ve Halit Refiğ; Karacaoğlan’ın Kara Sevdası”nın senaryosunda verdikleri katkının yanı sıra, çekimlerde de Atıf Yılmaz’ın asistanlığını yaparak sinema yolculuklarını Andırın’da başlıyorlar.
Karacaoğlan’ın Kara Sevdası, 1959 yapımı bir Atıf Yılmaz filmi. Filmin prodüktörlüğünü ise Erman Film’in sahibi Hürrem Erman yapıyor. Hikâyesi usta yazar Yaşar Kemal’e ait olan filmin senaristleri ise Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney ve Halit Refiğ. Filmin oyuncu kadrosunda da dönemin yıldız oyuncuları yer almakta. Başrollerdeki Nuri Altınok ve Tijen Par’a, Kadir Savun, Sami Hazinses ve Danyal Topatan gibi isimler eşlik etmekte.
Çekimleri Kadirli ve Andırın’da gerçekleştirilen film, o günlerde Yeşilçam’ın en büyük prodüksiyonlu filmlerinden biri olma özelliğini taşır. Filmin görüntü yönetmeni Mike Rafaelyan’ın çekimlerin İstanbul’da, Belgrad Ormanları’nda yapılmasının daha uygun olacağını belirtmesine rağmen, rejisör Atıf Yılmaz’ın ısrarıyla Karacaoğlan’ın yaşadığı yörelerde set kurulmasına karar verilir. Filmde Çığşar Yaylası, Meryemçil Yaylası, Andırın, Cerit Obası, Çokak Köyü ve Binboğa dağlarının eşsiz manzarası altında çekimler gerçekleştirilir. Filmin müzikleri Sabahattin Kalender ve Ruhi su imzası taşır. Karacaoğlan türkülerini de yine Ruhi Su seslendirir.1 “Karacaoğlan der ki: Devranım döndü Gönlüm yücedeydi, engine indi Seherin yelleri, şafağın bendi Hani usul boylu sunam gelmedi”
Film, Andırın Çığşar Yaylası manzarasının üstüne anlatıcının sesinin düşmesiyle açılır. Filmin bazı kısımlarında ara ara giren anlatıcı, olayları yorumlayıp izleyiciyi bilgilendirerek filmin genelinde tercih edilen masalsı anlatıya katkıda bulunur. Jenerik boyunca da boynuna sazını asmış dağlara doğru yürüyen Karacaoğlan’ı (Nuri Altınok) görürüz.
Meryemçil Yaylası’nda Bozdoğan Obası sakinleri kervan kurar. Burada bir deve inatla yerinden kalkmamakta ve insanlara zorluk çıkarmaktadır. İlerleyen sahnelerde Karacaoğlan’ın “kardaşı” olacak olan Deli Hüseyin (Kadir Savun), devenin kalkmasına bahis açar ve oradan geçmekte olan Karacaoğlan’a “Sen âşıksın, her şeyi bilirsin. Saz çalıp türkü söylersen deveyi kaldırabilirsin,” der. Karacaoğlan da “Türküyle deve kalkar mı hiç?” diye alçakgönüllülük yapar, lâkin yine de alır sazını eline, başlar türküye...
“Karac’oğlan der ki: Hoş etti methin Al yanaktan buse olsa himmetin Yüz bin şehir saysam, değmez kıymetin Hasılı cihana değer gözlerin”
Bu türküyü duyan deve ayaklanır. Devenin yanına gelen Elif de (Tijen Par) bu olaydan etkilenir ve Karaca-Elif aşkının ilk kıvılcımları burada çakar. Elif, Bozdoğan Obası’nın Bey’inin kızıdır. Gönlü Karacaoğlan’dadır ancak Bey babası onu Avşar Bey’inin oğluna vermek istemektedir.
“İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif, Elif diye.
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif, Elif diye.”
Filmin devamını, izlemeniz dileğiyle, burada anlatmayacağız. Zengin kız-fakir oğlan çatışmasının bir örneği olan filmin genelinde masalsı bir anlatı hâkim. Araya girerek olayları açıklayan anlatıcı tercihi ve Bey hariç bütün oba halkının Karaca-Elif aşkına sonsuz saygı duyması, Bozdoğan Beyi ve Halil dışında kötü bir tek insanın olmaması; herkesin Karacaoğlan ve Elif’e kucak açması, koca bir obanın Bey’i karşılarına alıp âşıklar için seferber olması mutlu bir masal anlatısını anımsatıyor. Dönemin Yeşilçam standartlarında bir estetiğe ve romantizme sahip filmde Karacaoğlan türküleriyle anlatımın desteklenmesi filme pastoral bir müzikal havası katıyor. Film, coğrafi güzelliklerinin yanı sıra adetleri ve türküleriyle de çekildiği yörenin özelliklerini yansıtıyor. Andırın Düzü’nün orman ve bozkır atmosferini aynı anda yaşatan doğası, Binboğa Dağları’nın uçsuz bucaksız yamaçları, Çığşar ve Meryemçil yaylalarının eşsiz manzarası filmin arka plan görseline önemli oranda otantiklik katıyor. Düğünlerde çalan davul-zurna; Sin Sin oyunu ve Mantıvar türküsü gibi yöre âdetleri ve “Gelin deşir şeşini” gibi örneklerle kullanılan yöresel dil, filmin çekildiği yörenin özelliklerini yansıtmayı başardığını gözler önüne seriyor. Ancak türkülerde ve âdetlerde başarılan yöresel dil kullanımının diyaloglara yansımaması da dikkat çeken unsurlar arasında. Filmde yer alan replikler yöreye nazaran nispeten daha “şehirli” ve teatral yazılmış. Bu da diyalogların filmin dönemine tezat oluşturacak şekilde modern olmasına ve türkülerle kurulan yerel atmosferden zaman zaman uzaklaşılmasına yol açmakta.
Türk Sineması’nın en üretken ve yenilikçi yönetmenlerinden olan Atıf Yılmaz’ın teknik dehasında bu filmde de örnekler görmek mümkün. Nesneler arasına yerleştirilen kamerayla çekilen deneysel açılar, karakter özelliklerini yansıtmak için kullanılan alt açı X üst açı, hikâyenin atmosferine girmeyi orada kalmayı kolaylaştıran hareketli kamera kullanımı ilerde Türk Sineması’nın mihenk taşları arasına girecek olan Atıf Yılmaz’ın teknik becerisinin birer tezahürü olarak göze çarpıyor. Atıf Yılmaz’ın Hayallerim, Aşkım ve Sen isimli sinema anılarını anlattığı kitabında geniş yer verdiği Karacaoğlan’ın Kara Sevdası filmi; gerek oyuncuları, gerek hikâye ve senaryo yazarları ve gerekse teknik ekibi açısından Yeşilçam’ın yıldızlar topluluğunu bir araya getiren filmlerden biri konumunda. Filmin Andırın ve Kadirli’de çekilmesinde ısrarcı olan Yılmaz, böylelikle Karacaoğlan’a duyduğu saygıyı ve onun türkülerinin sinemacılarda bıraktığı etkiyi daha etkili bir şekilde aktarıyor.
Film ayrıca Yılmaz Güney, Halit Refiğ ve Duygu Sağıroğlu gibi Yeşilçam duayenlerinin ilk sinema maceraları olma özelliğiyle de ön plana çıkıyor. İlerleyen yıllarda Türk Sineması’na damgasını vuracak olan Yılmaz Güney ve Halit Refiğ; filmin senaryosunda verdikleri katkının yanı sıra, çekimlerde de Atıf Yılmaz’ın asistanlığını yaparak sinema yolculuklarını Andırın’da başlıyorlar. Coğrafi açıdan olduğu kadar, yöresel ve kültürel açısından da görsel atmosfer için biçilmiş kaftan olan Andırın ve çevresi filmin anlatısına ve Karacaoğlan’ın türkülerine başka bir hava katıyor.
Bağrında Karacaoğlan gibi nice şair ve ozanlar yetiştiren Kahramanmaraş, Karacaoğlan’ın Kara Sevdası gibi nice filmlere de ev sahipliği yapmalı ve Türk Sineması’nda 1959’dan beri esen Maraş rüzgârı tekrardan canlandırılmalıdır.
Emre Birhan
Evelâhir Sayı - 8